Son günlerde basında yer alan haberlerin önemli bir bölümünü uçakların gecikmelerinden kaynaklı havalimanı terminallerinde yaşanan kargaşa, görüntüler oluşturuyor. Bu gecikmeler birdenbire nasıl ortaya çıktı ve nasıl gündem oluşturmayı başardı?
Bu konuyu biraz inceleyecek olursak, Türk turizmini yakından ilgilendiren sivil havacılığının günümüzde yaşadığı bu sorunu iki başlıkta ele alıp değerlendirmekte fayda var.
Bunları, “Bizden kaynaklanan sorunlar” ve “Bizim dışımızda gelişen sorunlar” şeklinde sınıflandırabiliriz. Gecikmelerin daha sık yaşandığı yerlerin hangi noktalar olduğuna biraz dikkatlice baktığımızda sorunun özü ana hatlarıyla ortaya çıkacak gibi görünüyor.
Basında da çok yer tuttuğu için önce hava trafik kontrolörlerinin İnisiyatif almadan çalışma (İAÇ) eylemleriyle başlayalım. Havalimanlarında yaşanan bu rötarların büyük bölümü medyaya “Hava trafik kontrolörlerinin eyleminden kaynaklı” gibi lanse ediliyor.
HTK-SEN’in kontrolünde ilerleyen bu eylemlerin, yaşanan gecikmelere neden olduğu bir gerçek. Ancak inisiyatif almadan çalışma (İAÇ) olarak adlandırılan bu eylemlerin, “eylem” kapsamına ne kadar girip girmediği konusu da ayrı bir tartışmanın konusu olabilir.
Çünkü, kontrolörler, normal çalışma şartlarına göre işlerini aksatmadan yapıyorlar. Ancak, artan hava trafiğine çözüm olmak için de fazla bir çaba/efor sarf etmiyorlar. Kısacası kendilerinden istenilen normal çalışma koşullarına göre çalışıyorlar denilebilir bu eylem türüne…
Hava Trafik kontrolörleri açısından bakıldığında ise bu eylem “özlük hak” talebi gibi duruyor.
Konuyu çok kısa şöyle özetleyelim. Eurocontrol, bir “Avrupa Hava Seyrüsefer Güvenliği Örgütü” olarak faaliyet gösteren bir kuruluş. 1960 yılında kurulan Eurocontrol’e Türkiye 1989’da katılmış. Kar amacı gütmeyen bu organizasyonun amacı, Avrupa bölgesinde güvenli, verimli ve çevre dostu hava trafik operasyonları sağlayabilmek ve hava sahalarının bölgesel denetimi yapmak diye tanımlanabilir.
Türkiye’deki hava trafik kontrolörleri de her ne kadar DHMİ kadrolarında görevli çalışanlar olsalar da bir yönüyle Eurocontrol’a bağlılıkları da bulunuyor. Eurocontrol, kendisine bağlı hava sahasını kullanan uçaklardan o ülkenin birim maliyetinde ödeme alır ve bu para bir havuza aktarılır. Eurocontrol, belli dönemlerde havuzdan da kendilerine bağlı çalışan tüm kontrolörlere tazminat ödenmesi için para aktarımı yapar. Türkiye hava sahasını kullanan yabancı uçaklar Türkiye birim maliyetinde Eurocontrol’e ödemede bulunur. Eurocontrol de kendi fonunda biriken bu paradan Türk hava trafik kontrolörlerine tazminat olarak para aktarır. Türkiye’de görevli kontrolörlere ödenmesi için Türkiye’ye aktarılan bu para, resmi makamların kasasında kalıp, maaşlara eklenmeyince sorun ortaya çıkmaya başlar. Kontrolörler, bu paraların kendilerine ödenmesi için İAÇ süreçlerini başlatır.
Hava trafik kontrolörleri, kurdukları HTK-SEN aracılığıyla taleplerini dile getirip haklarını arıyorlar. Kontrolörlerin bu hak arama eylemleri ise her ne hikmetse Sabiha Gökçen ve Antalya Havalimanlarında en çarpıcı şekilde ortaya çıkıyor. Kontrolörler, inisiyatif almadan çalıştıklarında bir uçak piste inişi sırasında 3 ila 5 dakika arasında gecikme yaşayabiliyor. Hava trafiğinin şu yoğun günlerinde Antalya, Sabiha Gökçen gibi havalimanlarında iniş/kalışların bin uçağı aştığını dikkate alırsak, rötarlara yansıyan nedenlerden birinin hava trafik kontrolörlerinin bu eylemi olarak gösterilebilir.
Ancak, HTK-SEN’in aylar öncesinden uyardığı, ülkenin imaj ve milyonlarca dolar döviz kaybına neden olan bu konuya DHMİ başta olmak üzere, Ulaştırma Bakanlığı’nın sessiz kalıp bir çözüm üretmek istememesi konunun düşündürücü tarafını oluşturuyor.
Gecikme ve rötarlar konusu sadece kontrolörlerin eylemlerinden kaynaklı değil tabii ki…
Her gün ortaya çıkan yüzlerce rötarın bir çoğu da, alt yapıları tam oluşturulmadan alelacele faaliyete başlayan şirketlerden kaynaklı olduğu ortada.
Rötarların en yoğun görüldüğü yer Antalya ve Sabiha Gökçen Havalimanları olması üzerinde düşünülmesi gereken bir konu. Bu iki havalimanı, yolcu ve uçak iniş kalkışların anlamında ikinci ve üçüncü sırları paylaşan havalimanları. Şu an yaşadığımız yoğun hava trafiğinin işaretlerini istatistiki verilere göre geçtiğimiz yıl almış olmamıza rağmen, gerekli tedbirleri almamış olmamız bizi bu günlere getiren faktörlerin başında geliyor. Oysa,
-Antalya ve Sabiha Gökçen Havalimanlarının pistlerini tam kapasite kullanma yönünde hızlı bir çalışma yapılabilirdi.
-Antalya’daki askeri alan pisti zamanında aktif hale getirilebilirdi.
-“Açıldı, rahatlayacak” diye sevindiğimiz Sabiha Gökçen Havalimanı ikinci pistinin ışıklandırması da tamamlanmış olsa, uçaklar o pisti gece de kullanabilecek ve yoğunluk en az yüzde 30-40 azalabilecekti.
THY’nin alt markası Ajet’in kuruluş aşamasında yeterli ve düzenli bir planlama olmaksızın alelacele faaliyete geçmemiş olsa, başta Sabiha Gökçen ve Antalya Havalimanı olmak üzere birçok havalimanındaki rötar ve kavga/kargaşa görüntüleriyle karşılaşılmayacaktı. Bu sıraladıklarımız, “Bizden kayaklı sorunlar”.
Bir de bizim dışımızdaki gelişen olaylardan kaynaklı sorunlar göz atmakta yarar var.
-Hava trafiğimizi sekteye uğratan bu sorunların başında Avrupa hava sahasında yaşanan yoğunluk nedeniyle Eurocontrol’den 1,5-2 saati bulan geç gelen kalkış onayları…
-Haziran’ın ilk yarısından itibaren Avrupa’nın birçok ülkesinde tatillerin başlaması nedeniyle yolcu trafiğindeki artış…
-Bu yoğunlaşmaya ek olarak Almanya’da gerçekleştirilen UEFA Avrupa Futbol Şampiyonasının ek tarifeli seferleri gerektirmesi…
-Yine bu şampiyona için özel jet trafiğinin artması hava sahasının yoğunlaşmasındaki önemli etkenlerin başında geldi.
Kısacası; Türk turizmini dolayısıyla ülke ekonomisini direkt etkileyen uçak gecikmelerinden kaynaklı sorunların çözümü için geçtiğimiz günlerde Antalya’da apar topar “Acil toplantılar” düzenlemek işin biraz göstermelik tarafı gibi oldu.
Çözüm için atanmış bürokratlar vakti zamanında bu sorunların üzerine “Ankara” müdahale edilebilseydi, şu sıcak yaz günlerinde yerli ve yabancı binlerce yolcuyu isyan ettiren gecikme ve rötarlar gibi konularla uğraşmaya gerek kalmazdı!